Bugün biraz geç açtım gözlerimi. Evin içi sessizdi, dışarısı da. Sobanın başı soğumuş, bardakların içi kurumuştu. Ares yoktu yatağımda. Genelde göğsüme uzanır, hafif hafif nefesini hissederim ama bu sabah yastığın köşesi boştu. İlk düşündüğüm şey şuydu: “Gitti mi?”
Ama hayır, Ares bir yere gitmez. Giderse bile geri döner. Çünkü bu ev onun da evi. Benim kadar dağınık, benim kadar yorgun bir yuvası var onun burada.
Odasına girmem gerekmedi. Çünkü mutfağa geçerken gözüm pencereye takıldı. Ares, pervaza kıvrılmış. Kuyruğu pencereye değiyor. Dışarı bakıyor ama sanki gözleri geçmişte. Onu öyle görünce içim bir tuhaf oldu. Yanına gittim, camı araladım. Temiz bir hava girdi içeriye. Birkaç serçenin sesi… Ve sonra sessizlik yine yerleşti odaya.
Masaya oturdum. Gece açık bıraktığım defter hâlâ orada. Yanında bir fotoğraf. Eskimiş, kenarları kıvrılmış. Ayla’nın fotoğrafı.
Ayla’yla çekildiğimiz o son fotoğraf. Gülüyorduk. O her zamanki gibi kafasını yana eğmişti, ben ise gözlük camı buğulanmış bir adam gibi silik duruyordum yanında. Ares daha çok küçükmüş o zaman, Ayla’nın omzunda duruyordu. Ne tuhaf. O zamanlar üç kişiydik. Şimdi bir kişi, bir kedi ve bir hatırayız.
Fotoğrafı elime aldım. Uzun uzun baktım. İnsan zamanla bazı detayları unuturmuş. Saçın dalgasını, gözdeki ışıltıyı, kahkahanın tonunu… Ama bir fotoğraf her şeyi bir anda geri getiriyor. Ares döndü, bana baktı. Sonra tekrar pencereye yöneldi. Bazen göz göze geliyoruz onunla, hiçbir şey söylemeden anlaşıyoruz.
Gözlerim doldu. Ama ağlamadım. Artık ağlamıyorum. Çünkü alıştım. Alışmak, en büyük lanetmiş. Ne acı hissediyorsun ne sevinç. Sadece bakıyorsun. Sadece susuyorsun.
O an Ares kalktı, pencerenin kenarından atladı, masaya geldi. Burnunu fotoğrafa değdirdi. Sonra patiyle hafifçe itti. “Yeter artık” der gibiydi. Haklıydı. Geçmişi kurcalamak bu evdeki huzuru bozuyordu.
Fotoğrafı elime aldım, sobanın kapağını açmadım. Yakmadım. Ama duvara asmaktan da vazgeçtim. Gittim, çekmecenin en altına koydum. O hiç açılmayan, sadece kurdele, eski düğme, bir de Ayla’nın bir zamanlar unuttuğu tokayla dolu çekmeceye.
Ares, döndü kendi yerine, pencereye kıvrıldı. Kafasını patisinin üzerine koydu. Gözlerini kapattı.
Ben çay koydum kendime. Rakı değil bugün. Sadece bir bardak çay. Sessizliğe saygı duruşu gibi.
Ve kendi kendime şu cümleyi kurdum:
“Her fotoğraf, biraz daha yalnız bırakır insanı.”
Bugünlük bu kadar.
Yarın belki daha neşeli bir gün olur. Belki Ares mama kabını devrir, belki Bekir Abi kapıya poşet bırakır. Belki hayat, bir anlığına olsun, hafifler.
Ama bugün…
Bugün pencerede bir hatıra vardı. Ve biz, ikimiz de susarak baktık ona.