Bugün evin içi bunaltıcı geldi. Sobanın sesi bile yetmedi. Ares pencere kenarına geçip “artık kalk” der gibi baktı. Camın arkasında ne vardı ki? Aynı sokak, aynı köşe. Ama Ares ısrarcıydı. Patileri camı dürttü. Ayağa kalktım. Terliklerimi giydim. Simidi cebime attım. Ve çıktık.
Sokakta rüzgar vardı ama içimi serinletmiyordu. Ares önde, ben arkada yürüdük. Gri apartman duvarları, balkondan sarkan çamaşırlar, aynı göz göze gelmemek için hızla çevrilen başlar. Bu mahallenin dili sessizlik, sesi ise alışkanlık.
Sokağın sonunda bir kahvehane var. “Nezih Erkek Kıraathanesi” yazıyor kapısında ama ne nezih var ne erkek. İçerisi zamanın durduğu yer. Ares önce kapının önünde durdu, sonra arkasına dönüp baktı.
“Hadi be,” dedim.
İçeri girdik.
Bir masa bulduk. Kahvenin köşesinde, sobaya en yakın. Ares sandalyeye atladı, bir çember çizdi ve kıvrıldı. Ben çay söyledim. İlk yudumda bile anladım: çay sıcak ama dünya hâlâ soğuk.
Karşı masada iki yaşlı adam gazete okuyor. Biri gözlüğünü sürekli indirip kaldırıyor, öbürü çay kaşığını çayın içinde bırakmış, o kaşık dönmüyor artık.
Ben gözümü tavana diktim. Tavan lekeli, duvarlar sararmış. Ama bu leke bana daha samimi geldi. Çünkü evdeki beyaz duvarlar bana bazen fazla temiz geliyordu. Ares kıpırdamadı. Sadece gözleriyle her şeyi izledi.
Kahveci yanıma geldi.
“Seni buralarda görmeyiz pek.”
“Ben de kendimi görmeyeli çok oldu,” dedim.
Adam sustu. O da oturdu karşıma. Konuşmadan birlikte çay içtik.
Bazen en iyi sohbet sessizliktir.
Ares kalktı. Masanın üstündeki gazete parçasına patisini koydu. Başlığın üstü:
“Ekonomi daraldı.”
Ares burnunu kıvırdı.
“Bizim ekonomi yıllardır çökük zaten,” dedim.
Bir çocuk içeri girdi. Ayakkabıları ıslak. Babasına simit getirmiş. Yanıma geldi.
“Abi, kedin bana baktı ama kızmadı.”
“Çünkü sen saf bir çocuksun,” dedim.
Çocuk güldü. Gülüşü havayı değiştirdi.
Ares yavaşça kapıya yürüdü. “Yeter” der gibi. Kalktım, cebimdeki simidi böldüm. Yarısını Ares’e, yarısını bankta oturan çocuğa verdim.
Eve dönerken bir şey fark ettim: Dünya değişmemişti ama bakışım biraz yumuşamıştı.
Sobayı yeniden yaktım. Çayı kendim demledim bu defa. Masaya oturdum. Ares yanıma geldi. Başını defterin üstüne koydu.
Ve o gün şu cümleyi yazdım:
“Kahve köşelerinde kaybolmak, bazen kendini en iyi bulma şeklidir.”