Sabah dediğime bakma, saat öğleni geçmiş. Ama perdeyi aralayınca içeriye dolan loş güneş ışığı, başka bir günden kalmış gibi. Sigara külüyle dolu küllüğün dibine gömülmüş bir kibrit çöpü, geceyi hatırlatıyor. Üzerimde babadan kalma yırtık bir içlik, ayağımda biri gri biri siyah olan terlikler. Ve yanımda, yatağın en kenarına yayılmış Ares.
Ares, kötü kedi olarak bilinir mahallede. Ama bana göre o, dünyanın en anlayışlı varlığı. Ne zaman kadehi fazla kaçırsam gelip göğsüme yatar. Ne zaman sigarayı yere düşürsem üstüne basar, sanki “yeter be adam” der gibi. Gözleri insan gibi bakar ama konuşmaz. Konuşsa belki o da terk ederdi beni.
Bugün yine gazete kağıdını parçalarken uyandım. Neymiş efendim, mama geç gelmiş. Evdeki her şeyi bilir bu kedi. Veresiye ne zaman bitti, Bekir Abi deftere ne zaman büyük harfle “RAKI + 2 MAMA” yazdı, hepsinden haberi var.
Bekir Abi… Mahallenin bakkalı. Seksen yaşında ama hâlâ her sabah saat dokuzda dükkânı açar. Her şeyin fiyatını kafadan bilir. Ares ondan nefret eder. Çünkü Bekir Abi onun mama markasını her seferinde değiştirir. “Aynısı işte lan” diyerek. Aresse her defasında kapının önünde bir paket yırtar, sinirden.
Aşağıdan bir ses gelir:
“Naciye Teyze çamaşır asıyor Ares, çıkma camdan!”
Bu ses, tabii ki Naciye Teyze’nin sesi. Alt kat komşum. Beni her gün apartman yöneticisine şikayet eden ama ertesi sabah kapıma sessizce bir kap çorba bırakan kadın. Ares’e gizlice ciğer atar ama sanki Ares bilmiyormuş gibi yapar.
Saat öğleden sonraya yaklaştığında bir yağmur başlar. Sarhoşadam olarak en sevdiğim şeydir yağmur. Camın önüne bir tabure çekerim, kadeh elimde, Ares kucağımda. Dışarısı ıslak, evin içi sessiz. Ve ben, belki biraz dramatik ama en çok gerçek olan bir cümle yazarım:
“Ares uyurken, dünya susuyor.”
Balkonun kenarından dışarıya bakarken Ares gözünü kısıp bana döner. Sanki der ki, “Bu kadar edebiyat yeter, mamasız kaldım.”
O an kapı çalar. Kapının deliğinden bakarım: Bekir Abi. Elinde bir poşet.
“İki rakı, bir peynir, bir de Ares’e… artık neyse bu sefer kendisi seçsin.”
Poşeti alırken gözüm Ayla’nın fotoğrafına takılır. Sarhoşadam olmanın en net belirtisidir: geçmişi duvarda tutmak. Ares fotoğrafı görünce hırlıyor. Hiç sevmezdi onu. Ayla gideli üç sene oldu ama hâlâ her yağmurda onunla yürüdüğüm kaldırımlara bakarım.
Ares fotoğrafa patisiyle dokununca yere düşüyor. Ben eğilip alırken, o kafasını okşatıyor. Her zamanki gibi. Her şeyin sonunda gene kedi haklı.
Oturuyoruz. Kadeh yine elimde. Ares, sehpanın üstünde gazete parçasını tekrar yırtıyor. Bu sefer şiir yazmak için kullanacağım köşeyi. Belki de o yüzden yırtıyor. Çünkü biliyor… Ben ne zaman yazsam, sonunda hep bir hüzün çıkar.
Ama bu sefer değil.
Bu sefer sadece şunu yazıyorum:
“Ares yaşarken, dünya çekilir.”
Ve bir yudum daha alıyorum.
Yarın ne olur bilmem. Belki veresiye defteri kapanır. Belki Bekir Abi dükkanı devreder. Belki Naciye Teyze ciğeri kızartır bu sefer. Ama bugün Ares yanımda. Ve bu, çoğu şeyden daha kıymetli.