Bugün başka bir gün. İçimde bir hareket var ama nedeni yok. Ne Ayla’nın mektubu ne camın buğusu. Bu başka.
Bir an geliyor ve insan kafasına koyuyor:
“Temizlik yapacağım.”
Ama bu temizlik evdeki tozlar değil.
Bu temizlik… biriken benlik tortusu.
İlk çekmeceyle başlıyorum. Ares kapının yanında, kuyruk düz. Hareketsiz. Beni izliyor.
Eski düğmeler, bozuk bir çakmak, bitmiş kalem, Ayla’dan kalma bir toka…
“Bunlar neden duruyor?”
Ama elim atamıyor.
Ares gelip tokanın üzerine oturuyor.
“Unutma,” diyor gibi.
İkinci dolap daha beter.
İçliklerin arasında bir mektup buluyorum. Bu kez annemin el yazısı.
“Oğlum, ev dağınık olmasın. Kendini toparlayamazsın sonra.” Gülüyorum. Ev hâlâ dağınık.
Ama ben o kadar dağılmışım ki… toparlasam ne olur?
Radyoyu açıyorum. Cızırtılı bir türkü denk geliyor.
“Geceyi yar eyledim, gün oldu da dönmedin…”
Dönmeyen çok şey var bu evde.
Ares sobanın yanına geçiyor. Bir gözü açık.
Her hareketimi izliyor ama müdahale etmiyor.
Sadece orada.
Her zaman olduğu gibi.
Gizli bir yoldaş gibi.
Bir anda eski albüm elime geçiyor.
İlk fotoğraf: ben, Ares ve Ayla.
Evdeki o tek mutlu akşamdan.
O fotoğrafı çeken de Ayla’nın eski kamerasıydı.
Kamerayı da buluyorum.
Film hâlâ içinde.
Basıyorum düğmesine, tık.
Çekmiyor.
Çünkü geçmişi tekrar çekemezsin.
Ares kafasını kaldırıyor. Fotoğrafı patisiyle dürtüyor.
“Yetmedi mi?”
Cevap veremiyorum.
Çünkü yetmedi aslında.
Son kutuya geçiyorum.
İçinden sadece tek bir şey çıkıyor.
Bir anahtar.
Yazısı silinmiş bir etiketle: “Arka depo.”
Arka odanın kapısını ilk kez açıyorum yıllar sonra.
Nemli, tozlu ve… bomboş.
Ama içeri girdikçe fark ediyorum:
Bomboşluk da bir şeydir.
Ares arkamdan geliyor.
O da giriyor içeri.
Ortada yere oturuyor.
Başını sağa yatırıyor.
“Yer açılmış,” diyor sanki.
“Yeni şeyler gelebilir artık.”
Masaya geri dönüyorum. Defteri açıyorum.
Bugün başka bir yazı dökülüyor kalemden:
“Bazı şeyler temizlenemez. Ama yer açarsan, biraz hafiflersin.”
Ares dizime zıplıyor.
Kucağımda mırıldanmaya başlıyor.
Ben sessizim.
Ama içimde küçük bir alan artık boş.
Ve o boşluk, temiz.