Bugün de sabah olmadı. Olmuyor artık. Sabah dediğin, çalışanın, işe gidenin, evde çocuk sesine uyananın kavramı. Benim sabahım, rüyamın bitip Ares’in kafama atladığı an. Gözümü açar açmaz Ares’in bıyıkları burnuma değdi. Gözlük takmadığım zamanlarda o bıyıkları alarm gibi kullanıyorum.
Kalktım, doğrusu kalkar gibi yaptım. Bir bacağımla yorganı ittim, diğerini bulamadım. Ares çoktan mutfağa gitmişti. Mama kabına başını sokmuş ama boş, tabii. Dün rakı alırken mamayı unutmuşum. Unutmadım da… unuttum işte.
Mutfaktan Ares’in sinirli miyavlamaları geliyor. Patileriyle kapıyı ittiriyor, bir şeyleri devirdi, sanırım bulaşık teline saldırdı. Suyu açmışım gece, damla damla akmış. Lavabo, rakı bardağı ve boş çorba kabıyla dolu. Evet, çorba.
Dün gece alt kata bırakılmış bir kap çorbayı içip, sonra içip, sonra içip… sonra rüyamda Naciye Teyze’yle tango yapmışım. Hayır, çorba yüzünden değil. Belki biraz da Ares’in garip garip miyavlayışları yüzünden.
Ares kapıya yönelmiş, patiyle ittiriyor. Belli ki dışarı çıkmak istiyor. Ama sokak soğuk. Mahalle sessiz. Ve ben hâlâ içlikleyim.
Kapıyı aralarken karşı komşunun ayakkabılığına gözüm takılıyor. Üstünde bir gazete, altında yazı:
“Veresiye defteri yenilenmiştir.”
Bekir Abi yine sabah bomba gibi başlamış.
Hemen alt kata bir göz atıyorum. Naciye Teyze balkon camını silmeye çalışıyor ama sileceği ters tutmuş. Ares camın önüne atlayıp kuyruğunu sallayınca kadın elindekini bırakıyor:
“Hiiih! Ares! Seni cin gibi yaratık, korkuttun yine beni!”
Ares sırf bunu yapmak için doğmuş gibi keyifli.
İçeri dönüyoruz. Çorba meselesi hâlâ aklımda. Hani bir şey eksik olur ya hayatta, ama tam ne olduğunu çıkaramazsın… İşte öyle bir eksiklik. Belki sıcak bir çorba, belki bir ses, belki biriyle karşılıklı içilen bir yudum.
Ares kucağıma atlıyor. Soba yanmıyor ama o sıcaktan yapılmış gibi. Kucağımda kıvrılıyor. Ben elimdeki not defterine bir şeyler karalıyorum. Bugün yazmak zor. Çünkü aklımda ne bir ilham, ne bir şiir var. Sadece şu cümle çıkıyor kalemden:
“Bazen tek dert, çorbanın ısınmaması gibi başlar. Sonra tüm ev soğur.”
Ares kafasını kaldırıyor, sanki “drama yeter be adam” der gibi.
Kalkıyorum, sobayı yakmaya çalışıyorum. Kibritler ıslanmış. Dünden kalma birkaç gazete parçası buluyorum. Bir tanesinin üstünde Ayla’nın düğün ilanı. Yırtmadan önce duruyorum. Ares kağıda patisini koyuyor. Yırtmama izin vermiyor. Göz göze geliyoruz. Sessizlik.
Sonra aniden geri çekiliyor ve ben kâğıdı yırtıp sobaya atıyorum. Alev bir anda yükseliyor.
Ev biraz ısınıyor. Ares de fırının yanına kıvrılıyor. Bense bir çay demliyorum. Evet, bugünlük rakı yok. Belki bu da bir gelişme sayılır. Ya da eksik bir alışkanlık.
Ama soba yanıyor. Ares yanımda.
Ve bu, bazen her şeyin yolunda gittiği anlamına gelir.